Birer tane daha alırız…
Çaylar geliyor. En güzelinden demlenmiş,o samimiyetsiz ve kolayca yapılan sallama çaylardan değil. Tomurcuk çayı içiyoruz. Çayımızı yudumlarken kırklama yapıyoruz hikayelerimizi yanına. Kim anlatıyorsa diğerleri dinliyor büyük bir merakla yaşananları. Aslında ufak farklılıklarla benziyor yaşanmışlıklarımız. Hepimiz güzel hayatlarımızın olacağına inandıklarımızın bizim gökyüzümüzde olmasını istemişiz. Ama bizlerin gökyüzüne, kutup yıldızına o acıları yükleyip bakmak düşmüş.
Anlatıyoruz, anlattıkça anlıyoruz. Nedenleri, niçinlerimizi, sebepleri, sonuçları.
Bilirsiniz çay demlendikçe acılaşır, durdukça koyulaşır. Acılaşan çayın üzerine konan soğuk su gibi geliyor yaşanmışlıkları anlatmak. Belki onlarca kez anlattık farklı insanlara hikayelerimizi, hatırladıkça koyulduk, acılaştık. Ama yargılamadan, suçlamadan, sorgulamadan sadece dinliyor olabilmek ve anlaşılabilme hissiydi iyi gelen. Ve biliyoruz ki hatırlamak istediklerimizle mutluyduk.
Sonra Dostoyevski karakterlerindeki çayın verdiği dingin hali yaşarken betimleyemesek de, arabalarımıza yürürken o hazzı ve mutluluğu üstümüze çekip evlerimize gittik.
PS: Eksiklere rağmen uzun zamandır böyle keyif aldığım bir sohbet yapmamıştım. Teşekkür ederim.