16 Şubat 2012 Perşembe

Pandora'nın Kutusundan #1


29.12.2009
"Tekerlekler piste değiyor. Ama yeterli değil. Bir an önce çıkmam lazım. Aylardır çürümüş gibi özlemek kokuyorum. Bir sarılsam doya doya, baksam gözlerinin içine tamam diyorum. Aklımda ona daha kavuşamayacağım vakit var diye düşünürken geldiğini tesadüfen öğreniyorum. Sürprizini bozuyorum ama olsun gelmiş ya önemli olan bu. 3 saat hayatımın en mutlu zamanını yaşamaya THY sayesinde rötar yapıyorum ama olsun.

Beni uğurlayamayışın aklıma geliyor belki o yüzden daha da buruk gitmiştim o uzaklara. Vedalaşan çiftler,anonslar,son çağrılar aklımda. Ama gidiş-dönüş alınmaz mıydı o biletler. Yoksa kimse sevmezdi terminalleri kavuşma anları olmasa.
Sonra çıkıyorum o kapıdan.O anı kafamda 6 ay boyunca kaç kere motor diyerek çektim bilmiyorum. Ama biliyordum istediğim gibi olmayacaktı. Tıpkı bir oyuncak için saatlerce tutturan, ağlayan çocuklar gibiydim. Tek istediğim artık özlemekten yorulmuş halimi dindirmekti. Kalbim acıyor,duygularım beynime batıyordu. Oyuncağı alsam, benim olduktan sonra elde ettikten sonrasına dair tek bir planım bile yoktu. Zaten kavuşma sahneleri üzerine plan yapılsa de reelde öyle olmuyormuş.

Sessizce gelmek isterdim. Tertemiz sabun kokan çarşaflara serilmek,uyumak istiyordum. Sen uyurken en masum halini izlemek, uyandığında uyuyormuş taklidi yapmak istiyordum. Saatlerce saçlarını okşamak sonra usulca sokulup kokunu içime çekip memnunluğumu düşünmek istiyordum. Yarı gecede ayıp sıkıca sarılmak istiyorum.

29.12.2010
Ve bitiyor benim için özlemek. Fiil anlamıyla kalıyor benim için cümlelerde. Bu denli benlğimi katarak özleyecek vakitler yaşamam diyorum. Beton döküyorum duyguma ve üzerine kaçak katlar çıkıyorum. Benim için artık suskun'un mısralarında kalıyor en güzel anlatımla özlemek. Ayıyorum yarı gecede. Yeşil bir yağmur sonra. Yağıyor yeşil... "

Tozlu sayfalardan gelen anlatım bozukluklarım, karışıklıklarla orantılı. Cümlelere dokunmaya çalışırken içimden bir ses bırak dağınık kalsın dedi.

İnsan hatırlamak istedikleri ile mutludur.Hatırlamak istemedikleri başkalarının ayıbı.

14 Şubat 2012 Salı

The One

Bi bir adımla yaşayacağım mutluluk benim, bi kilometrelerce koşsam yakalayamayacak olanım,
Bi karar verenim, bi yollar boyunca kararsızlıklarım,
Bi eğlencelerin en hareketli insanıyım, bi eğlencenin ortasında kendimden çıkıp düşünenim,
Bi bütün kalabalıklar benim, bi kalabalıklarda bir kişi bile değilim,
Bi acıtanım, bi acıyanım,

Bi gel-git'lerim,bi git-gel'lerim,
Bi en güzel kurulmuş cümlelerim, bi devrilmiş cümlelerim,
Bi bütün yapılanları batıranım, bi bütün yapılanlar batanım,
Bi neyin olmasını istediğimden eminim, bi neyin olmamasını istediğimden,
Bi tamamen bu şehrim, bi tek bir hücrem bile buraya ait değil,
Bi unutmak için hızlı yürüyenim, bi hatırlamak için yavaş yürüyenim,
Bi bütün konuşmalar benim, bi bütün susmalar,
Bi bütün benim, bi bütün yarım kalanlarım,
Bi en net benim, bi bütün oksimoronlar benim,
Bi ben'im,bi benim...

8 Şubat 2012 Çarşamba

Sense of Touch

Hayır!
Anlattığım hikaye sanki başkasının başına gelmiş bir felaketti.Birdenbire sebebi belli olmayan bir şekilde tat alma duyumu yitirmiştim. İnsanlığı tehdit eden ve nedeni bilinmeyen bir virüs müydü sebep? Bilmiyorum. En muhteşem tabaklarda, en pahalı lokantalarda, en şık servislerde, en güzel yemeklerin hepsinin tadını inkar ediyordu tüm benliğim.Yedi ölümcül günahtan oburluğun hakkını verircesine farklı lezzetler yiyiyordum. Ama hayır. Tat alamıyordum. Madem ispirto ile en pahalı kanyak bile aynı tatsızlığa sahip olacaktı benim için;
artık sadece hayatta "ben" olmanın tadına varabilmeliydim. Hem tadına varamadığım şeyleri işitsel olarak hissedebilirdim. İşittiğim, zihnimde kalanlardan zevk alabilirdim.


Sessiz olsamda kızgındım. Hem de çok kızgındım.

Tat alma duyumun kaybına alışamamışken işitme duyumu da kaybetmiştim. Hiç birşey duymuyordum. Son duyduğum hiçlik cümleleri zihnimde iken duymak istediklerimi duyamıyordum. Ama yılmamalıydım. Ne kadar kızgın olsamda duymak istediğim şarkılar, işitmek istediğim cümleler varken yapabilirdim. Kızgındım ama hoparlöre elimi dayayarak müziği ritminden takip edebilmeyi öğrenebilirdim. Duymak istediklerimi duymasam da susarak aşmamışmıydım kötü zamanları. Ama yine de kızıyordum. Onca zamandan sonra işaret dilini öğrenmek zoruma gidiyordu.

Hayat devam ediyordu.

Hem sadece yitirdiğim işitme ve tat alma duyularımdı. Tekrar herşeye alışabilir üç nokta koyduğum sonlarımdan sonra paragraf başı yapabilirdim. Hem bolca "ben" le başlayan cümlelerim, tat almadan yaşadığım zamanlar ve azami sınırlarda hissettiğim ritimlerle iyi kötü bir hayat oluşturabilmiştim. Biraz dikkatle baktığımda bunların gayette iyi olduğu illüzyonunu görüyordum. Yetiyordu da. Ta ki görme yetimi kaybedene kadar. Herşey birden kararmıştı. Göremiyordum. Biri bütün şalterleri indirmişti sanki. Ama mutlaka tamir olucaktı.Düzelicekti nihayetinde.

Düzelmiyordu, depresyona girmiştim.

Hepsine alışmıştım. İyi kötü bir biçimde kaybettiğim duyularımla ve bunları yaşadığım süreçleri atlatmaya çalışıyordum. En kötüsünün başıma gelmesinden korkuyordum. Koklama duyumu kaybetmek. Koku takıntımdı. Koku kişilik, o kişi demekti benim için. Beyindeki koku merkezi hafıza merkezini tetikliyordu. Hafızamda bulunan binlerce yaşanan anının kokusu,koku duyumu kaybetmemle yiticekti. Kaybetmişliğimle yitip giden yaşanmış zamanlar olucaktı. Boğazına oturan yumruklar,gözünün ucunda duran ve akıtamadığım göz yaşlarım vardı kokularda. En kötüsü ise çözümsüzlüktü. Ne olursa olsun çözülemeyecek olması ve asla reply butonuna basılamayacak olmasını bilmekti.

Kabullendim.

Tadını alamasamda hayatta "ben" im en önemli olduğumu, işitmesem de işaret dilini öğrenerek duymak istediklerimi anlayabilmeyi, göremesemde birbirine dokunarak ve hatta nefes aldığını hissederek yaşamanın yeterli olduğunu anladım. Koku mu?

İçine çekerek koklamamalı,koklanmamalı...

PS: Bana bunları yazdırtan ve sorgulatan "Perfect Sense" sarsıcı,etkileyici ve izlenesi bir film.