12 Kasım 2012 Pazartesi

Kırmızı Bisiklet


“Yarın benimle gelmek istiyorsan erken kalkacaksın.” demişti yatarken. Uyumam ne mümkün. Günlerdir bugünün hayalini kurmuşum. Saatleri sayıyorum heyecandan. Hemen ertesi gün olsun istiyorum. Hayatımda uykusuzluktan sabah ezanını ilk o gün dinliyorum. Saat çalmadan önce zıplıyorum yataktan. Giyiniyorum özenle. En sevdiğim şortumu, bluzumu seçiyorum dolaptan. En sevdiğim,uğurlu dantelli çoraplarımı giyip kapıda ondan önce bitiveriyorum. Aşağı kömürlüğe iniyoruz beraber. Eski püskü bir sürü eşya arasından ulaşıyoruz ona. Kilidini büyük bir seremoni ile açıyoruz. Ben ufacık bedenimle yardım etmeye çalışırken o çoktan direksiyonu ve selenin boyunu ayarlıyor bile. Üçüncü tekerleği de taktıktan sonra hazırız yola çıkmaya. Kırmızı pinokyomuz bir Ferrari edasıyla karşımda duruyor.
“Hadi, bin bakalım.” diyor. Kalbim yerinden çıkacak gibi çarparken, dizlerim titremekten birbirine çarpıyor. Göstermiyorum. Hemen tırmanıyorum seleye. Ayaklarımın titremesine dur demeye çalışırken, bir de pedallara yetişme derdi çıkıyor. Ayaklarımı o an ki gayretimle uzatıveriyorum en kestirmesinden. Yetiştiriyorum pedallara. “Okula giderken ara sokaklardan beraber yavaş yavaş gideceğiz dönerken duruma göre bakarız.” diyor. “Tamam” diyorum kafamı sallayarak. Ağır ağır dengemi bulmaya çalışarak ilerliyoruz. Birkaç kere yalpalıyorum hatta düşer gibi oluyorum ama çabuk buluyorum dengemi. Yavaş yavaş bütün çocukluğumun geçtiği o sokaklarda ilerliyoruz. Bir eli selede diğer eliyle de bilemediğim yolları göstermek için direksiyonda varıyoruz okula.
Karnesini alıyoruz. Hepsi pekiyi. Vedalaşıyor arkadaşları ve öğretmeniyle seneye daha da olgunlaşmış buluşmak üzere. Geri dönüş vakti geliyor. Acaba bana güvenip tekrar bisikletini verecek mi? Merakımı gideriyor hemen. “Artık 3. tekerleğe ihtiyacın yok. Tam anlamıyla bisiklete binmeyi öğrenmelisin.” diyor. Yana doğru iteliyor yedek tekerleği. Korkuyorum. Üzerimden attığım heyecan gelip tekrar yapışıyor bacaklarıma. Düşmek, yaralanmak değil beni endişelendiren. Hiç bilmediğim bir şeyi yaşayacakken onsuz ilerlemek, güvenini boşa çıkarmak beni ürperten. Anlıyor hemen halimi. ”Ben seni selenden tutuyor olacağım sen de buraya gelirken söylediklerimi aklından çıkarma” diyor. Başlıyorum pedalları ağır ağır çevirmeye. Dengemi de sağladıktan sonra yavaş yavaş hızlanmaya başlıyorum. Soruyorum “Oluyor mu? Nasıl gidiyorum?” diye. Kendimi onaylatmak istercesine. “Aferin, oluyor.Önüne bak.” diyor. Yolları da öğrendiğim için güvenmeye başlıyordum kendime. Biraz daha hızlı çevirmeye başlıyorum pedalları artık. Heyecandan terleyen yüzümde rüzgarın verdiği serinliği hissettikçe daha da hızlı çeviriyorum pedalları. Bir yandan da bağırıyorum yine “Oluyor mu?”. Onaylayan yanıtı derinden bir sesle aldıkça devam ediyorum yoluma. Evin önüne geldiğimde onsuz olduğumu fark ediyorum. Arkamdan tutmadığını ve yalnız olduğumu anlayıp panikliyorum. Nerede olduğuna bakarken düşüyorum bisikletten. Koşarak geliyor yanıma. Bakıyoruz yaralanan yerlerime. Ağlamıyorum. Onun yanımda olduğunu bilmek unutturuyor düşmenin acısını. "İyi gidiyordun ne oldu diyor.”" Ben senin arkamda olduğunu düşünüyordum. Göremeyince korktum, dengemi kaybettim.” diyorum.
Şimdi tekrar bisiklete biniyorum. İlerliyorum da. İnsanız ve hep daha fazlasını istiyoruz ya ben de o hesap ellerimi bırakıp bisiklete binmek istiyorum. Rüzgarı sadece yüzümle değil kanatlanırcasına açtığım kollarımda da hissetmek istiyorum. Biliyorum sonunda düşeceğim. Ama düştüğümde biraz daha fazla o rüzgarı hissetmiş olacağım..