Kapıyı çaldı.
Açmak için koştum. Evde tek başıma olduğumda acele etmeden müşkülpesent bir biçimde kapıya giden ben bu sefer 100 m. koşucuları gibi saniyeler içinde kapıdaydım ve nefes nefeseydim. Ama daha aşağı giriş kapısındaki zile basmıştı. Sabırsız ve heyecanlıydım. Kim olduğunu bildiğin halde megafondan bakıp “Kim o?” sorusunu sormak her zaman komik gelmiştir. Ama bende sordum. Kendimi garip hissediyordum. O her zaman benden kaçırdığı gözlerine görüntülü megafondan bakıp bunu sormak bile ilginçti. Birbirimize tek bir soru sormayıp, sorgulamamış, istememiş, istetmemiş, anlatırsa dinlemiş, anlatırsam dinlemiş, paylaşmamış, paylaştırmamış sadece ve sadece saatler geçirmişken tek soru-cevap hakkımı “Kim o?” ile yitirmişim fark etmeden.
“Kim o?”
Kimdi ki o. Azami sınırlarda hakkında bildiğim şeylerin olduğu fazlaca yabancı, bir o kadar bilindik olandı o. İlk defa meraklanmadan sormadan sorgulamadan sadece memnun olarak yaşıyordum. Tamda istediğim gibi; Tanımlamayıp, sınırlamamıştım bu durumu. Belki onunda istediği gibi. Cehaletin saadetini yaşamaktan memnundum, istediğim de buydu. Bilmeden geçen saatler yaşamak ve memnuniyetin verdiği saadet güzeldi. Zor ve acımasız günler geçirmişken, konuşmak ya da konuşmadan memnun olmak istemiştim. Evet evet. Konuşmamak. Sessiz memnunluktu istediğim. Saçını okşayıp, gözlerine bakmak ve susmak.
“Gitmen şart mı?”
Kimdi ki o. Gitmesi şart olanmış o.
…
Bir daha gelir mi, o zil çalar mı ben sessiz memnuniyetimi yaşayabilir miyim bilmiyorum.
Gelirse eğer;
Kapıyı çalacak ve susup kapıyı açıyor olacağım sadece…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
İki kelamda sen et!!