25 Eylül 2011 Pazar

Nefes Almak



“Kim olursa olsun bir insanı gördükten ve gördüklerini kendinden saklamadıktan sonra ona hiçbir zaman büsbütün yaklaşılamayacaktır.”*


İskelenin yanındaki duvarda ayakkabılarımızı çıkartmış içimize eşsiz boğaz havasını çekip, dalgalardan sıçrayan sularla ıslanan ayaklarımızı çocuklar gibi sallayarak eğleniyorduk. İkimizde tek bir kelime etmeden durup bakıyorduk aynı yere. Onun deyimiyle göğsümüzü açıyor benim deyimimle nefes alıyorduk. Yedi tepeli bu koca şehirde beğenilecek ya da bu benim olsun diyerek sahiplenilecek o kadar şey varken ikimizde nedense aynı yakadan, aynı ışıkları, aynı kuleleri, aynı mimariyi sevip, sahiplenmiştik.

Belki hiçbir zaman hiç bir şeyin aynı olmayacağı o soruyu sormuştu.
“Neden böylesin?” dedi.
Hayatımdaki bütün dinamikleri sorgulayıp cevabı peşinde koşan ben bu soruyla birden irkilmiştim. Nefes almayı bırakıp ona dönmüş ve korkmuş bir şekilde gözlerine bakıyordum. Bu soruya ne cevap verebilirdim ki birden. Yüzleşmeyi, kendimi görmeyi, kabul etmeyi, çözümlemeyi istiyormuş gibi görünüp kaçtığım zamanlar yaşarken bu soruya da kaçamak cevap verdim. Düşünmeden sığındığım ve herkesin beni anlamasını beklediğim sebebim çok iyi bir cevap olabilirdi.

Ama ikimizde cevabın bu olmadığını ve yeterli süre bu bahaneyi kullandığımı artık son kullanma tarihinin bittiğini biliyorduk.

Açıklamaya başladı. “Öyle değil; kocaman ışıklı bir gemi gibisin. Arkadaşlarını, dostlarını, yeni tanıdığın insanları, en sevdiklerini güvertende en keyifli partilerle ağırlayabiliyorsun. Mutlu, neşeli ve eğlenceli bir şekilde yapıyorsun. Seninle biraz daha fazla paylaşım yaşamak isteyen ya da senin düşündüğünden daha samimi olmaya çalışan kişileri ise direk olarak filikalara koyup geminden uzaklaştırıyorsun. Daha da kötüsü bazen hiçbir kaptanın yapmayacağı bir şey yapıp kendi gemini terk ediyorsun. Aniden, her şeyin yolunda gittiğini zannederken tam güvenmeye başlarken. Neden bana da aynı duyguyu yaşatıp sana attığım badi adımımla gemini terk ediyorsun?” dedi.

Ben kocaman açtığım gözlerimi gözlerine dikmiş bakıyor duyduğum her cümlede darmadağın oluyordum. Cümlesinin bitmesi ile her zaman yaptığım gibi sessizliğe bürünmüştüm. Anlatacak, açıklayacak bir şeyim yoktu. Hiçbir kurduğum cümledeki sözcük, sıfat ya da betimleme içimdekileri anlatmaya yeterli olmayacaktı.
Dönüp tekrar gözlerine baktığımda gözlerinden süzülen iki damla yaşı ben görmeden silmeye çalıştığını fark ettim.

Artık nefes almakta güçlük çekiyor, astım hastası gibi boğulduğumu hissediyordum.

* Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna kitabından 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İki kelamda sen et!!